31 Aralık 2012 Pazartesi

sakatlığın nedenleri ve klişelerin çirkin yüzü

Sakatlık. Yeni tabiriyle engellilik. Engellilik nedir? Hiç düşündünüz mü? Son bir haftada yaklaşık 100 kişiye bu soruyu sormuşumdur. Klasik kitap tanımları şöyle söylüyor; "Doğuştan, doğum sırasında veya doğum sonrasında en az bir uzvunu veya en az bir uzvunun işlevini, bir yetisini kaybetmiş birey.". Peki bu tanım doğru mu? Yani bütün mesele bireyde mi? Toplumun, yasaların, kültürlerin, inançların, cehaletin vs. hiç etkisi yok mu bu sakatlık mevzusunda? Evet yürüyememek, görememek, duyamamak gibi özellikler bireyin kendisindedir, ancak yürüyemeyen birinin merdiven çıkamaması ne kadar bireyin, ne kadar o merdiveni yapanların suçudur? Meseleyi merdiven örneğine sıkıştırmak gibi bir niyetim yok, algılaması basit olsun diye bu örneği verdim. Şimdi bu örneğin üzerine; "Bütün şartlar uygun olsaydı, senin yürüyememenin, olmayan bacaklarının veya farklı görüntünün insanlar üzerinde etkisi olmayacak mıydı?" gibi sorular sorabilirsiniz. Sormanız beni mutlu eder. Çünkü verebileceğim cevaplar var. Mesela; Evet! Tabi ki benim farklı görüntümün insanlar üzerinde etkisi her zaman olacaktır, hatta benim üzerimde de olacaktır. Ama bu farklılık işlevsel açıdan herhangi bir bireyin boyunun uzun olmasından, göbekli olmasından, bıyıklı olmasından, burnunun yamuk veya kulaklarının kepçe olmasından farklı değil. Yani populasyon içinde alışılagelmişin dışında bir görüntüye sahip olmak, aslında sadece alışılagelmişin dışında bir görüntüye sahip olmak anlamına gelebilir. Hatta bunu bilinçli bir şekilde isteyen pek çok insan da var. Farklı olma çabası, günümüz gençliğinin en populer çabalarından biri değil midir ki? Yani bu farklılıklar insanlara zarar verecek boyutlara da gelse insanlar artık hiç düşünmeden rahatça saçlarını boyatıyor, vücutlarını bilhassa yüzlerini deldiriyor, dövmeler yaptırıyor, sigara ve farklı maddeler kullanıyor... Dolayısıyla bireydeki farklı görüntüler ve izlenimler sadece bireyin kendisini ilgilendirir ve bunlar bir eksiklik, bir dezavantaj oluştursa bile bilinçli yapıldığında bireyi daha güçlü motivasyonlara yönlendirebilir.

 Şimdi siz diyorsunuz ki; "Kardeşim, bak sen yürüyemediğin için biz sana engelli diyoruz. Yürüyememek benim mi problemim? Toplumun mu problemi? Yasaların mı? Hayır. Senin problemin, yürüyebilseydin engelli de olmazdın. Bunu neden uzatıyorsun ki? Kabullensene."   Bu düşünceye cevap vermek için bire bir uğraşmam. Ancak zahmet edip de bu yazıyı okuyanlar için yazmak istiyorum. Bu tarz düşüncelere en güzel cevabı verebilmek için önce bilgiyle desteklemek gerekir. Bahsettiğim bilgi, sakatlık mevzusunun tarihiyle başlıyor. Yani şu sizin engellilik dediğiniz mevzu ilk ne zaman ortaya çıkmış, ilk kimlere, neden nasıl engelli denmiş bir ona bakalım. Sonra da şu kelimelerle ilgili bir kaç yorum yapalım ki, kafalar rahatlasın. Ben şimdilik sakatlık demeyi tercih ediyorum, birazdan açıklayacağım nedenini.

Sakatlığın Tarihi:

Tıpkı yukarıda yazdığım düşüncede de var olan bir gerçek var, her populasyon içinde doğuştan veya sonradan edinilmiş farklılıklara sahip bireyler mevcuttur. Hayvanlarda, bitkilerde, insanlarda... Yani ilk insanlarda ve hayvanlarda da sizin engelli dediğiniz bireyler vardı. Ve muhtemelen doğada böyle yaratıkların yaşama ihtimalinin de düşük olduğunu düşünürsünüz. Yaklaşık iki yıldır bu konu üzerine bulabildiğim bütün kaynakları okudum. Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki; böyle yaratıkların yaşama ihtimali, diğerlerine göre daha fazladır. Özellikle sürüler halinde yaşayan sosyal canlılar arasında bu tip farklılıkları olanlar tam anlamıyla cenneti yaşıyorlarmış. Sürü onların etrafında kalkan oluyor, yemeği ilk onlar yiyor, ava çıkmıyorlar, sorumluluklarından uzak rahat bir hayat yaşıyorlar.

Tarihte günümüze gelene kadar yaşamış bilinen toplumlara baktığımızda sakatlık algısının  günümüzden çok farklı olduğunu görebiliyoruz. Mesela antik yunanlılar, bu tip farklılıkları olan insanları üretime dahil etmek ve toplumsal saygınlıklarını korumak adına, iki bacağında da problem olan sakat bir tanrı icat etmişler ve bu tanrı  (hephaistos) diğer tüm tanrıların kullandıkları aletleri üretmiş (Zeus'un asasını, Eros'un okunu vs). Orta çağa kadar bu konularda pek fazla kaynak bulunmasa da, sakatlığın algısı genellikle ters giden bir şeyler olduğuna işaret ediyor. Yani tanrının cezası, kızgınlığı veya sağlıksız insanlar. Bazı toplumlarda doğuştan farklılıklara sahip olan bireyler hemen öldürülüyor ama böyle toplumlarda bile, doğar doğmaz hemen anlaşılamayacak farklılıklara sahip olan insanlar olduğundan ve savaşlarda insanlar bazı uzuvlarını kaybedebileceklerinden, her toplumda bu farklılıklara sahip insanlar sürekli olmuştur. Antik roma'da özellikle savaşta bir uzvunu yitirenlerin, ama bununla beraber doğuştan gelenlerin de, devletten maddi yardım aldıkları biliniyor.

Sakatlığın günümüzdeki algısının temelleri ise, onsekizinci yüzyılın başlarına dayanıyor. Aslında tüm bunları 12.-13. yuzyıllardan başlayarak açıklamak daha doğru olur ama kısaca anlatmak gerekirse, avrupadaki sanayi devrimi sonrasında kapitalizm de yavaş yavaş kendini benimsetmeye başladı. Sonrasında insan, iş gücü, emek ve alın teri de bir para karşılığı görmek zorunda kaldı. İş gücünün karşılığı başta insanlara ve yapılacak işlere göre olarak, pek çok açıdan değişkenlik göstereceğinden, insanı bazı norm kalıpları içine yerleştirmek gerekliydi. Böylece norm kalıplarına sığan, normal insanlar için bir değer biçilebilecekti. İnsanların norm kalıpları içerisinde düşünülmesi, normların dışında kalan insanların günümüze kadar ve belki de yüz yıl sonrasını bile kapsayacak sorunlar yaşamasına, dünyanın cehennem olmasına sebep oldu. Tüm yollar, şehirler, binalar ve aklınıza gelebilecek tüm yaşam alanları normal insanlar için, normal insanlar tarafından üretildi. İnsanların makineler olarak algılandığı, 1930'lara kadar uzanan yönetimde klasik dönem, sakatlığın günümüzdeki algısının temellerini atmıştır.  "Klasik dönem: Taylor, Fayol, Weber, vb. uygulamacı ve düşünürlerin temsil ettiği 1900’lerdeki klasik yaklaşıma göre üretkenlik ön plandadır ve insanlar makinenin birer parçasıdırlar."


Sakatlığın tarihinden şimdilik bu kadar bahsetmek yeterli. Günümüzde alt kademe çalışanların yaptığı işlerin basit olmasına, fiziksel çaba gerektiren işlerin giderek azalmasına da dikkat edecek olursak, insanı insan yapan özellikleri de göz önünde bulundurduğumuzda, norm kalıplarına hiç gerek olmadığını anlamamız hiç zor olmamalı. Yani her işin kendine has belli yeterlilik seviyesi olacaktır fakat bu sadece o işi yapacak olanları ve o işi yönetecek olanları ilgilendirir. Yani mesele yine tüm toplumun hemen her fırsatta birilerine eksik-engelli demesini haklı çıkartacak bir boyutta değil. 

Şu kelimeler, ne kadar kafa karıştırıyor değil mi? Önceleri sakat vardı, sonra özürlü ve şimdi de engelli. "Kimse mükemmel değildir." Nosyonunu göz önünde bulundurduğumuzda, aslında herkesin bazı eksiklikleri odluğunu anlayabiliriz. Ancak bu eksikliklerin bazıları toplum tarafından dışlanmalara maruz görülmüş, ve bu dışlamalar da yasalar tarafından (yaptırımsız kaldığı için) desteklenmiştir. Yani kimse mükemmel değilse, engelli de yoktur. Ben veya bir başkası yürüyemediği için, teknolojinin nimetlerinden tekerlekli sandalye gibi araçlarla faydalanmak istediği için, tüm toplumsal yaşantıdan soyutlanıyorsa, eğitim hakkı elinden alınıyorsa, ulaşım hakkı, ibadet etme hakkı, tuvalete gitme hakkı, hukuksal hakları ve hatta vatandaşlık hakları dahil, tüm haklarına bazı eksiklikleri yüzünden tecavüz(!) edilebiliyorsa, ve bu ötekileştirmenin, bu dışlamanın bir adı olacaksa, bu isim en ağırı olmalı.  Yani herkes en az bir diğeri kadar kusursuz ve bir başkası kadar kusurluysa, kusur da üstünlük de tüm insanlarda eşittir. Ancak görülen ve anlaşılan kusurları için insanlara sıfat takılacaksa, insanlar bu kusurlarıyla fişlenecekse, bu kelime engelli de olsa, sakat da olsa, gül de olsa, mis kokulu papatya da olsa bir süre sonra rahatsız edecektir. İşte tam da bu yüzden bu kelimeler sıklıkla değiştiriliyor. Bana sorarsanız kesinlikle böyle bir dışlamanın adı en ağır şekilde konmalı ve değiştirilmemelidir.

Doğuştan sakat bir birey olarak, yirmiiki yaşıma gelene kadar çok mutlu yaşadım. Eksikliğimin farkında bile olmadım çoğu zaman. Eksik olduğumu, sakat olduğumu kabullendim ve insanların da bu şekilde seslenmesine ses çıkartmadan, onları sürekli şaşırtarak daha da mutlu oldum. Sakat olduğumu kabullendiğim zamanlarda, dış çevreyle de iletişim problemleri yaşamadım. Şimdi sakatlık kavramına karşı duruyorum. İnsanların kıyaslanmasına da karşıyım ancak bana sakat diyenler kendileriyle kıyaslamalı, istedikleri herhangi bir açıdan. Okuduğum üniversiteye üstün başarılı milli sporcu olarak girdim fakat engelli öğrenci olarak tanımlanıyorum her fırsatta ve herkes tarafından. Otomobilimi herkes gibi galeriden 0km bileğimin hakkı, anlımın teri olan parayla aldım fakat üzerinde engelli plaka var. Toplum içerisinde sürekli diğer arkadaşlarımdan farklı kapılardan geçmek, farklı prosedürleri takip etmek zorundayım. Eksikliğimin herhangi bir insandan daha fazla olmadığını biliyorum ve Ciğeri beş para etmeyen insanların göğsünü gere gere sağlam sıfatıyla dolaştıkları bir dünyada bana hemen her fırsatta her alanda her yerde engelli denmesini kaldıramıyorum. Ve bu ciğeri beş para etmeyen insanlar, engelliliği bir vicdan meselesi olarak gösterip bu mesele üzerinden iyi niyetli insanları kullanarak hırsızlık yapıyor. Ve malesef iyi niyetli insanlar da bunlara inanıp bana ve benim gibilere engelli demeye devam ediyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder