24 Kasım 2012 Cumartesi

Gölge etme başka ihsan istemem!




Ben 22 yaşındayım, hiç yürümedim hayatımda, hiç yürümeyeceğim. Yürümek, adım atmak, basmak, sıçramak, zıplamak nedir bilmiyorum. Bu kelimeleri duyduğumda, en uzak olduğum bir bilim dalının hiç bilmediğim terminolojisinden bir kelime duymuş gibi oluyorum. Ya da farklı bir dilden, anlamını bildiğim fakat cümle içinde kullanamadığım bir kelime duymuş gibi…
İnsanların bana sordukları ilk soru genellikle “Doğuştan mı?” oluyor. Bunu yadırgamıyorum. Hatta çekinen insanlar oluyor sorarken, rahatlatmaya çalışıyor, bazen onlar daha sormadan cevap veriyorum. Ama ne yazık ki cevap rahatlatmıyor. Sormaya devam ediyorlar… Onları yadırgamadığımı söyledim, ama anladığımı düşünmeyin. Gerçekten anlamıyorum. Benim doğuştan olup olmamamdan ne gibi bir sonuç çıkartmak istiyorlar? Ne gibi sonuçlar çıkartıyorlar? Bir düşünelim…
Verdiğim cevap, tabi ki tahmin edebileceğiniz gibi, doğuştan. Ufak bir tebessümle veriyorum bu cevabı, sorunun sahibi kendini kötü hissetmesin, beni üzdüğünü düşünerek diye. Ama ne kötü hissetmesi, insanlar beni teselli ediyorlar yahu! Doğuştan sahip olduğum, ve gerçekten sahip olmaktan çok mutlu olduğum bir beden, bir yaşam tarzı için beni teselli ediyorlar. Yani düşünün, bir aileniz var sizin, her anlamda mutlusunuz düşünün. Ve karşınıza çıkan her iki insandan en az biri sizi bu aileye sahip olduğunuz için teselli etsin. Veya doğduğunuz ve orda doğmaktan mutlu olduğunuz, gurur duyduğunuz coğrafya için sizi teselli etsin?
Hadi diyelim ki benim böyle bir bedenden, böyle bir yaşantıdan mutlu olduğumu söylemem zorlama bir cevap. İyi de bundan kime ne? Hem insan doğduğundan beri sahip olduğu bir şey için teselli edilir mi? Gerçeği söylemek gerekirse, Siz iyiliksever, masum insanlar hatırlatmasa, biz bu bedenin zorluklarını ve kötü yanlarını hiç fark etmeyeceğiz bile. Ben 22 yaşındayım. Hiç yürüyemedim, yürümenin ne demek olduğunu, ne işe yaradığını ve nasıl bir his olduğunu bilmiyorum. Aslında yürümeye dair hiçbir şeyi teoriden öte bilmiyorum. Bilmediğim bir şeyin eksikliğini de hissedemem değil mi? Yani siz, kanatlarınızın olmamasının eksikliğini ne kadar hissedersiniz? Veya bir devekuşu uçamamanın eksikliğini?
Tamam teselli etmek gereksiz bir davranış, ama bunu yapmanın ne zararı olur ki? Alt tarafı hayatın güzelliklerine dair birkaç cümle laf ettik, o da sevdiğimizden, iyilik olsun diye ettik yani. Bir de üstüne borçlu, üstüne haksız, hatta bir de üstüne (bunca eleştiriyi hak eden) kabahatli mi çıktık? Evet, canım kardeşim tam da öyle çıktınız. Sizin bana yakıştıramadığınız, kötü, ezik, istenmeyen, çürük olduğunu düşündüğünüz beden, aslında hiç de öyle olmayabilir değil mi? Kötü yanları varsa da bunları gözümüze sokmak zorunda mısınız? Yani evet diyelim dediğiniz gibi kötü bir durum olsun bu bana dikte ettiğiniz sakatlık, bunu gözüme sokarak ne gibi bir kazanım elde etmeyi düşünüyorsunuz?
Sonuç olarak siz her ne kadar başınıza gelmesini asla istemediğiniz, ama başınıza gelme ihtimalini de unutmak istemediğiniz bir durum olarak görseniz de, özellikle böyle doğan insanlar sizin gibi düşünmüyor. Yani tam da sizin de sözde ispatlamaya çalıştığınız gibi, böyle bir beden ve böyle bir yaşam tarzıyla da gayet mutlu olunabilir. Tekerlekli sandalye kullanmaktan, bisiklet kullanmak kadar –belki de daha fazla- zevk alınabilir. Böyle doğmanın avantajları keşfedilebilir, keyfi çıkarılabilir. Sen gölge etme, bunu gözümüze sokma ve bununla ilgili fikirlerini kendine sakla yeter.

Ha son olarak, Engelli diye insanların fişlenmesine, eşitsizliğe, ötekileştirilmeye son vermek adına bir şeyler yapmak istiyorsan, bu şekilde fişlenen insanlarla arkadaş ol. Onları daha yakından tanı ve gerçek sorunlarını algıla, bunlar üzerine düşün, çözümler üret veya var olan çözümlere katıl. Hadi sana güzel bedeninle mutluluklar… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder